Aksi durumda, yani tevazu sahibi olmayan bir insan
gerçek anlamda merhametli de olamaz. Çünkü yalnızca kendisini düşünür,
kendisini sever ve kendi çıkarları, kendi nefsinin istekleri herkesten
önce gelir. Bu nedenle, başkalarının ihtiyaçlarını, eksikliklerini hiç
umursamaz. Kendi dışındaki kimseleri önemsiz ve değersiz görür. Bunun
doğal bir sonucu olarak da kimseye karşı şefkat ve merhamet hisleri
besleyemez.
Müminlerin merhamet göstermedeki kararlılıklarının bir
sebebi de Allah’ın ahlakını yaşamaya çalışmalarıdır. Allah pek çok
ayette açıklandığı gibi “merhametlilerin en merhametlisi”dir.
Dolayısıyla müminler de merhameti, güçlerinin yettiği en son sınıra
kadar yaşamaya çalışırlar.
Ayrıca müminler, “Eğer Allah’ın sizin üzerinizde fazlı
ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim
olmasaydı (ne yapardınız)?” (Nur Suresi, 20) ayetiyle de bildirildiği
gibi, Allah’ın kendilerine olan şefkatine ve merhametine muhtaçtırlar.
Allah’ın kendilerine merhamet etmesini istedikleri için de diğer
müminlere karşı ellerinden geldiğince merhametli olmaya çalışırlar.
Her konuda olduğu gibi “nasıl bir merhamet
gösterecekleri” konusunda da kendilerine sınırları belirleyen ve ölçüyü
tespit eden tek yol göstericimiz Kuran’dır. Bu yüzden merhameti ancak
Allah’ın merhamet edilmesini bildirdiği durumlarda ve yine Allah’ın
belirlediği kişilere gösterirler.
Allah, “Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü’minler için de (şefkat) kanatlarını ger” (Hicr Suresi, 88) ayetiyle müminleri merhameti yaşamaya davet etmiştir.
Allah, “Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü’minler için de (şefkat) kanatlarını ger” (Hicr Suresi, 88) ayetiyle müminleri merhameti yaşamaya davet etmiştir.
Allah müminlerin merhametini “şefkat kanatlarını germek”
olarak tanımlamıştır, çünkü onlar merhameti sadece belirli olaylar
karşısında değil, hayatın her anını kapsayan bir ahlak modeli olarak
yaşarlar. Dolayısıyla da onların merhametlerini yansıtan pek çok güzel
ahlak özelliği ortaya çıkar.
Kuran’da, gerçek merhametin nasıl olması gerektiği,
merhametli bir insanın özellikleri, merhamet duygusunun bir insanın
ahlakında ne gibi farklılıklar meydana getirdiği haber verilmiştir.
Allah ayetlerinde, merhameti ve şefkatin eksikliğinden kaynaklanan
zalimliğin tanımını bildirmiştir. Bunun sonucunda iyiler ve kötüler,
zalimler ve şefkatliler birbirlerinden açıkça ayırt edilmişlerdir.
Kuran’a uygun merhamet anlayışının farklılığı da işte bu
noktada ortaya çıkar. Zira din ahlakından uzak yaşayan insanların çoğu
son derece hatalı bir merhamet anlayışına sahiptirler. Şahit oldukları
bir olay karşısında haklıyı haksızı bilmeden, adil ve akılcı bir
değerlendirme yapmadan ve en önemlisi Kuran’ın hükümlerini gözetmeden
cahilce bir acıma duygusuna kapılır ve bu bakışaçısıyla hareket ederler.
Genellikle de hem kendilerini hem de karşılarındaki insanları zarara
sokabilecek girişimlerde bulunur, yanlış yönlendirmeler yapar ve yanlış
kararlar alırlar. Dolayısıyla da yaşadıkları merhamet, Kuran’da
emredilen güzel ahlaktan çok uzak bir yapı ortaya çıkarır.
Bununla bağlantılı olarak önemli bir konunun daha
üzerinde durmak gerekir. Halk arasında Kuran’a göre yanlışbir merhamet
anlayışı hakim olabilmektedir. Bu, karşı tarafa fayda yerine zarar
getirecek bir merhamet olması nedeniyle “şeytani” bir merhamet olarak
nitelendirilebilir. Din ahlakından uzak toplumlarda insanlar,
karşılarındaki kişinin ahirette zarara uğrayıp uğramayacağını düşünmeden
herşeyi yapmalarına göz yumarlar. Örneğin kötü bir ahlak göstermesine
müsaade eder, Allah’ın haram kıldığı bir fiili uygulamasına ses
çıkarmaz, hatta bu konuda yardımcı olurlar.
Müminlerin bu konuda kendilerine aldıkları ölçü ise,
gösterilecek merhametin karşı tarafın ahiretini mutlaka olumlu yönde
etkilemesidir. Kimi zaman bir mümine olan sevgi ve merhametleri,
nefislerine zor ve ağır gelebilecek bazı noktalarda onlara müdahale veya
eleştirilerde bulunmayı gerektirebilir. Karşılarındaki kişinin yaptığı
kötü bir tavırda onu eleştirebilir, içinde bulunduğu durumdan caydıracak
konuşmalar yapabilir, Kuran’ın bir emri olarak kötülükten men
edebilirler. Asıl merhamet de budur. Çünkü müminler bunları yaparak,
karşılarındaki kişinin nefsine ağır gelebilecek bir söz söylemeyi, onun
Kuran dışı bir hareketini engellemeyi göze alır, ama o kişinin sonsuz
hayatını cehennem gibi geri dönüşü olmayan bir azap içinde geçirmelerini
göze almazlar. Bu nedenle de Allah’ın en beğeneceği ve en çok hoşnut
olacağı ahlakı yaşaması yönünde teşvik ederek onu cennete hazırlar ve
dolayısıyla da olabilecek en üstün merhamet örneğini sergilerler.
Unutmamak gerekir ki, asıl merhametsizlik, karşı tarafın ahiretini
düşünmeksizin yaptığı yanlışlara bile bile seyirci kalmaktır.
Müminlerin gösterdikleri bu ahlak anlayışında
kendilerine aldıkları örnek ise kuşkusuz Allah’ın “çok büyük bir ahlak”
(Kalem Suresi, 4) üzerinde olduğunu bildirdiği Peygamberimiz (sav)’dir.
Allah Peygamber Efendimiz (sav)in üstün merhamet anlayışını bir ayette
“Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size
pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir”
(Tevbe Suresi, 128) ifadesiyle bildirmiştir.
İşte bu ahlakı kendilerine örnek alan inananlar da
müminlere karşı, her an onların ahiret menfaatlerini gözeterek, Allah’ın
emrettiği şekilde şefkatli ve merhametli davranırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder