Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir… Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir. (Fetih Suresi, 29)
Müminler her konuda ölçülerini “doğruyu yanlıştan
ayıran” Kuran’a göre belirlerler. Kuran’da ise gerçek merhametin ne
olduğu, hangi şartlarda, kimlere ve hangi ölçüler içerisinde
gösterilmesi gerektiği “apaçık ayetlerle” bildirilmiştir. Bu bölümde bu
konular detaylı olarak anlatılacaktır.
MÜMİNLERE GÖSTERİLEN MERHAMET
Allah Kuran’da inananların “kafirlere karşı zorlu, kendi
aralarında ise merhametli” (Fetih Suresi, 29) olduklarını bildirmiştir.
Ayetin bu ifadesinden anlaşıldığı gibi, müminlerin şefkat ve merhamet
gösterdiği kişiler yine müminler, yani Allah’a inanan, O’ndan korkup
sakınan insanlardır. Onlar bunu herşeyden önce Allah’ın bir emri olarak
yerine getirirler. Bunun yanında müminlerin Allah’a olan sevgilerini,
O’nun rızasını kazanmak için gösterdikleri çabayı ve yaşadıkları güzel
ahlakı görmek de diğer müminler üzerinde doğal bir sevgi, şefkat ve
merhamet oluşmasına neden olur. “Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah,
O’nun elçisi, rüku’ ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren
mü’minlerdir.” (Maide Suresi, 55) ayeti gereği birbirlerinin velileri
olduklarını bilir ve bunun getirdiği samimiyet ve düşkünlük ile hareket
ederler. Bu özellikleri bir başka ayette de şöyle ifade edilmiştir:
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar
birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar,
namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat
ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz,
Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71) İşte müminler, bu dostluk anlayışı içerisinde birbirlerine sıkıntı verecek her türlü etkiyi ortadan kaldırmaya, ferahlık, rahatlık ve huzur sağlayıcı ortamlar oluşturmaya çalışırlar. Diğer mümin kardeşlerinin de kendileri gibi aciz kullar olduklarını, bu nedenle de her zaman için hata yapmaya, yanılmaya, unutmaya açık olduklarını bilirler. Bundan dolayı da hiçbir zaman bir kızgınlığa ya da merhametsizliğe kapılmadan birbirlerini şefkatle doğruya davet ederler.
HİCRET EDENLERE GÖSTERİLEN MERHAMET
Kuran’da hicret edenler, “Allah’tan bir fazl arayıp,
Allah’a ve O’nun Resûlü’ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından
sürülüp-çıkarılmış” (Haşr Suresi, 8) kimseler olarak tarif edilir. Yine
bir başka ayette bu kimselerin yalnızca “Rabbimiz Allah’tır” (Hac
Suresi, 40) demelerinden dolayı inkar edenler tarafından haksız yere
sürgün edildikleri bildirilmektedir.
Allah, Kendi yolunda hicret eden bu kimselerin koruyuculuğuyla
müminleri görevlendirmişve onların birbirlerinin velileri olduğunu
bildirmiştir:Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenler(çaba harcayanlar) ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır… (Enfal Suresi, 72)
Allah’ın “barındıranlar” olarak adlandırdığı müminler, maddi manevi sahip oldukları her türlü imkanı arkalarında bırakarak kendilerine sığınan bu kimselere, belki de daha önce hiç tanımadıkları halde yardım elini uzatırlar. Hicret edip gelen bu kimselerin ne mal varlığının miktarı, ne itibarları, ne de meslekleri, onlar için hiçbir önem taşımaz. Çünkü onlar bu kimselere sadece Allah’a iman ettiklerini söylemelerinden dolayı destek olurlar. Ayrıca bu kişilerden ne o an için, ne de ileriye yönelik bir karşılık ummazlar. Buradaki amaçları sadece Allah’ın rızasını kazanabilmektir, dolayısıyla verdikleri desteğin karşılığını da yine yalnızca Allah’tan beklerler.
Müminlerin hicret edenlere yaptıkları yardım onların güzel ahlaklarının ve merhamet anlayışlarının bir gereğidir. Ama asıl olarak bu ahlakı Allah’ın bir emri olduğu için uygularlar. Zira Allah “Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Nur Suresi, 22) ayetiyle onlara bu yükümlülüklerini bildirmiştir.
Allah’ın bu emri gereği iman edenler, hicret eden kimseleri “mümin kardeşleri” olarak benimser ve onlara karşı son derece şefkatli bir tavır sergilerler. Ellerindeki maddi manevi tüm imkanları bu kimselerle paylaşır, onları barındıracak imkanlar sağlar ve bakımlarını üstlenirler. Rahat etmeleri ve sıkıntıya düşmemeleri için her türlü ihtiyaçlarını onlar henüz dile getirmeden tek tek tespit edip gidermeye çalışırlar.
Ancak herşeyden önemlisi müminlerin tüm bu fedakarlıkları içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, severek ve isteyerek yapmalarıdır. Gerektiğinde kendi yiyeceklerini, giyeceklerini, hatta evlerini onlara sunar ve belki de kendileri ihtiyaç içerisinde kalır, ama bundan dolayı en ufak bir huzursuzluk ya da sıkıntı duymazlar. Aksine hicret edenlere gösterdikleri bu merhamet onları vicdanen rahatlatır. Allah’ın beğendiği bir ahlakı gösterebilmişolmaktan memnuniyet duyarlar. Allah müminlerin bu ahlakını, “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr Suresi, 9) ayetiyle açıklamıştır. Allah üstün ahlaklarından dolayı bu kimselerin “kurtuluşa erenler” olduklarını da bildirmiştir. Bir başka ayette ise hicret edenlere Allah rızası için güzel bir tavır gösterenler, Allah’tan bir bağışlanma ve üstün bir rızık ile müjdelenmişlerdir:
… (Hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü’min olanlar bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 74)
ANNE BABAYA KARŞI GÖSTERİLEN MERHAMET
Anne babaya karşı iyi davranmak, onlara merhamet göstermek Kuran’ın çeşitli ayetlerinde tekrar tekrar bildirilmişbir hükümdür:
Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik… (Ankebut Suresi, 8)
Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik… (Ankebut Suresi, 8)
Biz insana, ‘anne ve babasına’ iyilikle davranmasını tavsiye ettik… (Ahkaf Suresi, 15)
Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve
anne-babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi
senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: “Öf” bile deme ve onları
azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük
kanadını ger ve de ki: “Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye
ettilerse Sen de onları esirge.” (İsra Suresi, 23-24)
Müminler Allah’ın ayetlerdeki emirleri dolayısıyla,
yaşlılığa erişerek bakıma muhtaç duruma gelmişolan anne ve babalarına
karşı son derece şefkatli bir tavır sergilerler.
Kuran’ın bu ayeti bize aynı zamanda anne babaya karşı
gösterilecek olan merhametin ölçüsünü de vermektedir. Allah “onlara öf
bile deme, onları azarlama, güzel söz söyle” (İsra Suresi, 23)
ifadesiyle müminlere, bu konuda yapılabilecek en ufak bir saygısızlığı
ya da merhametsizliği yasaklamıştır.
Bu nedenle müminler kendi yanlarında yaşlanarak,
kuvvetten düşmüşanne ve babalarına karşı son derece hürmetkar, ince
düşünceli, hoşgörülü ve itinalı bir tavır içinde olurlar. Onları rahat
ettirmek için ellerinden geleni yaparlar. Saygıda ve merhamette kusur
etmemeye çalışırlar. Yaşlılığın getirdiği zorluk ve sıkıntıları göz
önünde bulundurur ve onlar henüz dile dahi getirmeden tüm ihtiyaçlarını
anlayışla ve şefkatle gidermeye gayret ederler. Hem maddi hem de manevi
açıdan bir eksiklik ve sıkıntı çekmemeleri için tüm imkanlarını seferber
ederler. Ayrıca her ne olursa olsun gönül alıcı ve hürmetkar
üsluplarından taviz vermezler.
Ancak tüm bunların yanında müminlerin anne babalarıyla ilgili olarak
karşılaşabilecekleri bir başka durum daha söz konusudur. İman eden
kimselerin anne babaları kimi zaman inkar yolunu benimsemişolabilirler.
Böyle bir inanç farklılığında müminin göstereceği tavır ise, yine güzel
sözle ve gönül alıcı bir üslupla onları doğru yola davet etmesi
olacaktır. Hz. İbrahim’in bu konuda babasıyla yaptığı konuşmalar bize
böyle bir durumda kullanılacak üslup ve gösterilecek tavır konusunda yol
göstermektedir. Hz. İbrahim, putlara tapan babasını şu sözlerle hak
dine davet etmiştir:
Kitap’ta İbrahim’i de zikret. Gerçekten o, doğruyu-söyleyen bir Peygamberdi.
Hani babasına demişti: “Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?
“Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım.”
“Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır.”
“Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun.” (Meryem Suresi, 41-45)
Hani babasına demişti: “Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?
“Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım.”
“Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır.”
“Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun.” (Meryem Suresi, 41-45)
Ancak Hz. İbrahim’in babası gibi, kimi zaman böylesine
güzel bir üslup ve saygılı bir tavırla yapılan çağrıya icabet etmeyen
kimseler de olabilir. Mümin buna rağmen Allah’ın bu yöndeki emri
dolayısıyla, yaşlı ve bakıma muhtaç olan anne ve babasına karşı olan
hürmetkar ve merhametli tavrını bozmaz. Ancak sapkın bir inanç
içerisinde yaşadıkları için de din konusunda getirdikleri fikirlere
itibar etmez ve bu konuda onlara itaat etmez. Çünkü mümin için din
konusunda tek yol gösterici Allah’ın emirleridir. Allah müminin böyle
bir durumda göstermesi gereken tavrı da şöyle açıklamıştır:
Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bir bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma’ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve bana ‘gönülden-katıksız olarak yönelenin’ yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, böylece ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman Suresi, 15)
Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bir bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma’ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve bana ‘gönülden-katıksız olarak yönelenin’ yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, böylece ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman Suresi, 15)
YOLDA KALMIŞ KİMSELERE GÖSTERİLEN MERHAMET
Müminlerin merhametinin bir başka yansımasını da yolda
kalmışkimselere gösterdikleri tavırlarda görmek mümkündür. İman edenler,
çeşitli sebeplerden dolayı gitmek istedikleri yere ulaşmakta zorluk
çeken kimselere maddi manevi her türlü yardımı yaparak, onların
gidecekleri yere güvenlik içerisinde varmalarını sağlarlar. Bu esnada
karşılaşabilecekleri sıkıntıları hesaplayarak, bunlara karşı etkili
önlemler alır ve gerekli imkanları sağlarlar. Allah’ın müminlere
yüklediği bu sorumluluk Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
… Yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına
güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni
sevmez. (Nisa Suresi, 36)
Sadakalar -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler,
düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar,
köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar)
içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 60)
Allah ayetlerinde, bu kimselere yapılacak maddi
yardımların yanında, onlara karşı “güzel davranılmasını” da emretmiştir.
Müminler yaşadıkları Kuran ahlakı dolayısıyla bu kimselere gösterilecek
olan “güzel davranış” biçimlerinin nasıl olması gerektiğini
vicdanlarıyla kolaylıkla bulur ve zevkle uygularlar. Yolda kalmışbir
insanın ne gibi ihtiyaçları bulunabileceğini düşünür ve dolayısıyla
halden anlayan bir tavır sergilerler.
Allah’ın bu hükümleri aynı zamanda Kuran ahlakının müminlere
öğrettiği sorumluluk anlayışını ve insaniyet derecesini de ortaya
koymaktadır. Yolda kalmışbir insanın bile sorumluluğunu üstlenen
müminler, etraflarında olup biten hiçbir olaya karşı da umursuz bir
tavır içinde olmazlar. Mağdur durumda olan bir insana karşı “ben bu
insanı tanımıyorum”, “bu olayın benimle bir ilgisi yok” ya da “herkes
kendi başının çaresine baksın” gibi yanlışbir düşünceyle hareket
etmezler.İhtiyaç içerisinde olan insanların yardım taleplerine karşı duyarlılık gösterir ve imkanları ölçüsünde onlara destek olurlar. Bu konuda yardım sağlayabilecek maddi bir imkana sahip olmadıklarında ise, bu kimseleri yine de kendi başlarının çaresine baksınlar diyerek bırakmazlar. Hiçbir şey yapamasalar dahi en azından onlar adına çözüm ararlar. Öyle ki, çoğu zaman ihtiyaç içerisindeki kişinin kendi adına gösterdiği gayretten çok daha fazlasını gösterir ve konuyu çözüme ulaştırana kadar da peşini bırakmazlar.
Müminlerin gösterdiği bu ahlak ve merhamet anlayışı onların Allah’a derin bir sevgi ve korkuyla bağlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu bağlılıklarından dolayı da Allah’ın emrettiği Kuran ahlakını titizlikle uygularlar.
YOKSULLARA GÖSTERİLEN MERHAMET
Cahiliye toplumu insanları, fakirlere yardım konusunda
son derece duyarlı olduklarını düşünürler. Oysa bu kimselerin yoksul
insanlara olan tavırları sadece alışkanlık olarak yerine getirilen bazı
davranışlardan ibarettir. Gerçek bir duyarlılık ise ancak Kuran
ahlakının bu konuda getirdiği yükümlülüklerin tam olarak uygulanmasıyla
söz konusu olabilir.
İşte müminler Allah korkularından dolayı Kuran’ın fakirlere yardım
ile ilgili tüm hükümlerini eksiksiz olarak yerine getirirler. Onlar bunu
Allah’ın bir emri, aynı zamanda da vicdanlarının ve merhamet
anlayışlarının bir gereği olarak uygularlar. Bu yönde maddi manevi her
türlü fedakarlığı severek ve isteyerek yerine getirirler.Öncelikle Allah Tevbe Suresi’nin 60. ayetinde, sadaka verilecek kişiler arasında fakirleri de sayarak, müminlerin mallarından bu kimselere sadaka vermelerini farz kılmıştır. Yine bir başka ayette de “Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı.” (Zariyat Suresi, 19) şeklinde bildirilerek, bu yükümlülüğün sadece ihtiyaç içerisinde olduğunu söyleyen kimseler için değil, aynı zamanda iffetinden dolayı bu durumunu dile getirmeyen kimseler için de geçerli olduğu açıklanmıştır.
(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler
içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden
dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden
tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak
ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Bakara Suresi, 273)
Ayette de bildirildiği gibi, onlar insanlardan sürekli
bir şeyler istemezler, ama müminler merhametleri ve vicdanları gereği bu
kimseleri fark eder ve ellerinden gelen her türlü yardımı yaparak
onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Gerektiğinde kendi
menfaatlerini göz ardı ederek bu kimselerin ihtiyaçlarına öncelik
tanırlar. Kuran’da müminlerin bu üstün merhamet anlayışları bir ayette
şöyle anlatılmıştır:
Kendileri, ona duydukları
sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz size,
ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık
istiyoruz, ne bir teşekkür.” (İnsan Suresi, 8-9)
Görüldüğü gibi müminler, gösterdikleri merhametten,
yaptıkları yardımdan dolayı kimseyi minnet altında bırakmaya kalkışmaz
ve bir teşekkür kadar bile karşılık ummazlar. Onların asıl
hedefledikleri yaşadıkları güzel ahlakla Allah’ın rızasını
kazanabilmektir. Çünkü onlar ahiret günü yoksula hakkını verip
vermediklerinden sorguya çekileceklerini bilirler. Kuran’da, Allah’ın bu
hükümlerini bile bile yerine getirmemenin sonucunun cehennem olduğu
birçok ayetle bildirilmiştir:
“Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?”
Onlar: “Biz namaz kılanlardan değildik” dediler.
“Yoksula yedirmezdik.” (Müddessir Suresi, 42-44)
Onlar: “Biz namaz kılanlardan değildik” dediler.
“Yoksula yedirmezdik.” (Müddessir Suresi, 42-44)
(Allah buyruk verir:) “Onu tutuklayın, hemen bağlayın.”
“Sonra çılgın alevlerin içine atın.”
“Daha sonra onu, uzunluğu yetmişarşın olan bir zincire vurup gönderin.”
“Çünkü, o, büyük olan Allah’a iman etmiyordu.”
“Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı.” (Hakka Suresi, 30-34)
“Sonra çılgın alevlerin içine atın.”
“Daha sonra onu, uzunluğu yetmişarşın olan bir zincire vurup gönderin.”
“Çünkü, o, büyük olan Allah’a iman etmiyordu.”
“Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı.” (Hakka Suresi, 30-34)
Allah ahirette alınan bu karşılığın bir sebebinin de
kişilerin yoksulları doyurma konusunda birbirlerini teşvik etmemeleri
olduğunu bildirmiştir:
Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan;
Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. (Ma’un Suresi, 1-3)
Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. (Ma’un Suresi, 1-3)
Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. (Fecr Suresi, 18)
Bunun yanında müminlerin yoksul kimselere olan
merhametleri sadece maddi yardımdan ibaret değildir. “… anne-babaya,
yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya,
yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına
güzellikle davranın…” (Nisa Suresi, 36) ayeti gereği ihtiyaç
içerisindeki bu kimselere son derece nezaketli, saygılı ve insancıl bir
tavır gösterirler. Yine bir başka ayet ile Allah müminlere, tüm ihtiyaç
içerisindeki insanlara olduğu gibi yoksullara karşı da affedici ve
hoşgörülü bir tavır göstermelerini emretmiştir:
Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara,
yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme
yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını
sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)
Görüldüğü gibi, müminlerin yoksul kimselere
gösterdikleri güzel ahlak onlara olan merhametlerini yansıtmaktadır.
Müminler malı verenin de, alanın da Allah olduğunu, Allah’ın zenginliği
karşısında tüm insanların fakir olduğunu kavradıkları için yoksullara
karşı da şefkat ve merhametle yaklaşırlar.
YETİMLERE GÖSTERİLEN MERHAMET
YETİMİN “İTİLİP KAKILMAMASI” ve “İYİLİKLE DAVRANILMASI”…
YETİMİN “İTİLİP KAKILMAMASI” ve “İYİLİKLE DAVRANILMASI”…
Müminlerin merhamet anlayışlarının bir başka örneği
yetim çocuklara olan yaklaşımlarında görülür. Anne ve babalarını
kaybettikleri için bir başkasının bakım ve ilgisine muhtaç kalan bu
kimselere gösterilmesi gereken en güzel tavırlar Kuran’da
bildirilmiştir. Müminlerin titizlikle uyguladığı bu tavırlardan biri,
“yetimlerin itilip kakılmaması” ve onlara karşı “iyi davranılması”dır.
Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda yetim olan bir çocuğun
haklarını koruyacak ya da geleceğini her açıdan garanti altına alacak
bir sistem yoktur. Bu koruma, insanların kendi vicdanlarına
bırakılmıştır. Bu nedenle de bir kısım insanlar bu çocukların yaşlarının
küçüklüğünden, tecrübe ya da bilgi sahibi olmamalarından kolaylıkla
istifade edebilirler. Yine aynı şekilde bu çocuklar, haklarını
savunabilecek kimseleri olmadığı için bakımlarını üstlenen kimseler
tarafından rahatlıkla kötü davranışlara maruz kalabilirler. Söz konusu
kişiler, yetimleri himaye altına aldıkları için onları minnet altında
bırakarak yaptıkları iyilikleri “başlarına kakabilirler”. Ya da ailenin
diğer bireylerinden daha farklı bir muameleye tabi tutarak bu çocukları
hem manevi hem de fiziksel açıdan ezebilirler. Oysa Allah Kuran’da
yetimlere karşı merhametsizce davranmayı, onları itip kakmayı
ayetleriyle yasaklamışve bu tür çirkin davranışları gösterenleri
kınamıştır:
Dini yalanlayanı gördün mü?
İşte yetimi itip-kakan;
Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.
İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösterişyapmaktadırlar
ve ‘ufacık bir yardımı (veya zekatı) da engellemektedirler. (Ma’un Suresi, 1-7)
İşte yetimi itip-kakan;
Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.
İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösterişyapmaktadırlar
ve ‘ufacık bir yardımı (veya zekatı) da engellemektedirler. (Ma’un Suresi, 1-7)
Kuran ahlakında ise tüm bu incitici tavırların aksine
yetim çocuklara karşı gönül alıcı, merhametli, hoşnut edici tavırlar
gösterilir. Kuran’da “… yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın,
insanlara güzel söz söyleyin…” (Bakara Suresi, 83) ayetiyle bu hüküm
müminlere bildirilmiştir. Müminler de Allah’ın bu emrini titizlikle
yerine getirirler. Onların vicdan ve insaniyet anlayışı, yardıma ve
bakıma muhtaç çocuklara sahip çıkmayı, onlara ihtiyaçları olan maddi
manevi her türlü ilgiyi göstermelerini sağlar. Hiçbir zaman
yardımlarından dolayı onları ezmez, minnet altında bırakmaz ve onlardan
maddi manevi çıkar elde etmeye çalışmazlar. Aksine tüm haklarını korur
ve ellerinden gelen en mükemmel tavırları gösterirler. Müminlerin bu
konuda gösterdikleri titizlik, Allah korkularından, yüksek vicdan ve
merhamet anlayışlarından kaynaklanmaktadır.
YETİMİN ISLAH EDİLEREK FAYDALI BİR İNSAN HALİNE GETİRİLMESİ…
…Ve sana yetimleri
sorarlar. De ki: “Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır. Eğer
onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir… (Bakara
Suresi, 220)
Yukarıdaki ayetle Allah yetimlerin her yönden faydalı
insanlar haline getirilmelerini tavsiye etmiştir. Müminler bu
sorumluluğu büyük bir şevkle üstlenir ve bu kimselere, herşeyin en
doğrusunu ve en güzelini öğretmeye çalışırlar.
Ancak bir çocuğun yetiştirilmesinde, onu himaye edenlerin üzerine
düşen en büyük sorumluluk, kuşkusuz bu kimsenin Allah’ı gereği gibi
tanıması ve Kuran’ı eksiksizce öğrenmesidir. Çünkü tüm bunlar bir insanı
doğruya ve kurtuluşa götüren en önemli konulardır. Bu kişiler çocukken
öğrendikleri bu bilgiler ışığında bir ahlak geliştirecek ve ahiret
hayatlarına da ona göre hazırlanacaklardır. Bu nedenle yetim olarak
himaye altına alınan bir kimse için, müminlerin en özen gösterdikleri
konulardan biri budur. Kendi sorumluluklarındaki yetim çocukların bir
mümin olarak üstün vasıflar kazanabilmeleri için gerekli çabayı
gösterirler. Elbette ki bu da ancak Kuran ahlakının yaşanmasıyla mümkün
olur. Bu ahlak onların en başta kendileri sonra da çevreleri için en
faydalı, en akıllı ve en çalışkan yapıyı kazanmalarını sağlar.
YETİMİN MALINI KORUMAK…
Allah, miras yoluyla mal sahibi olan yetim çocukların
mallarının haksızlıkla ellerinden alınmasını haram kılmışve böyle
davrananları şiddetli bir şekilde uyarmıştır:
Gerçekten, yetimlerin
mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateşdoldurmuşolurlar.
Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir. (Nisa Suresi, 10)
Bu nedenle müminler, bir yetimin bakımını
üstlendiklerinde onun şahsi mallarından kendi çıkarları adına harcama
yapmaz ve onlardan bir menfaat beklentisi içerisine de girmezler. Aksine
kendilerine Allah’ın bir emaneti olan bu kimselerin hak ve mallarını,
en başta kendileri korurlar.
Himayeleri altındaki yetimlerin maddi varlıklarını titizlikle
korumak, ancak iman eden, yüksek ahlaklı ve Kuran’da tavsiye edilen
merhameti kavramışinsanların itina edeceği bir konudur. Çünkü vasiler
yetimlerin malı üzerinde harcama yetkisine sahiptirler. Bir insanın
harcama yetkisine sahip olduğu bir mülk üzerinde şahsi çıkarlarına
yönelik hiçbir harcama yapmaması ise tamamen vicdani bir konudur. Allah
Kuran’da zengin olanın bu konuda iffetli davranmasını, ancak fakir
olanın eğer gerekirse yetimin malından Kuran’da belirtilen ölçülere
uygun olarak harcama yapabileceğini bildirmiştir. Allah’tan korkan ve
ahirette yaptıkları her tavrın hesabını vereceklerini bilen müminler bu
konuda yüksek bir vicdan örneği sergilerler. Çünkü Allah yetimin malına
göz dikerek bu maldan çıkar sağlamanın Kendi Katında bir suç olduğunu
bildirerek müminleri bu konuda uyarmıştır:
Yetimlere mallarını verin ve murdar olanı temiz olanla
değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu
büyük bir suçtur. (Nisa Suresi, 2)
Müminler Allah’tan ve O’nun ahiretteki azabından
korktukları için yetimlerin mallarını, onlar yeterli akli olgunluğa
ulaşana kadar büyük bir itinayla muhafaza ederler. Kendi kendilerine
sağlıklı ve akılcı bir muhakeme yapabilecek yaşa ve erişkinliğe
geldiklerinde de bu haklarını kendilerine devrederler. Kuran’da bu
devretmenin şartları şöyle bildirilmiştir:
Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet
kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını
verin.
Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin
olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve
örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman
onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Nisa
Suresi, 6)
Müminler, Allah’ın yetimlerin bakımı, eğitimi ve
gözetimi hakkında bildirmiş olduğu tüm bu hükümlere titizlikle uyarlar.
Onların bu tavırları din ahlakından uzak toplumların kimsesiz çocuklara
olan davranışlarıyla kıyaslandığında Kuran ahlakının üstünlüğü açıkça
ortaya çıkar.
BORÇ İÇİNDE OLANLARA GÖSTERİLEN MERHAMET
Allah müminlere merhametli tavrın çok güzel bir başka örneğini de borçlu kimselere karşı gösterilmesini tavsiye etmiştir:
Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana
kadar süre (verin). (Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için
daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. (Bakara Suresi, 280)
Borçlanmış olup da borcunu ödeyemeyecek şekilde mağdur
olan bir insan müminlerden mutlaka şefkatli ve anlayışlı bir tavır
görür. Mümin herşeyden önce akıl ve vicdan sahibi bir insandır. Bu
nedenle zor durumda kalmışbir insanın içerisinde bulunduğu şartları çok
iyi değerlendirilir ve bu kişi için olabilecek en vicdanlı ve merhametli
tavrı gösterir.
Borç elbette ki insanın yüklenmişolduğu önemli bir yükümlülüktür ve
karşı tarafa verilmişbir sözdür. Nitekim Kuran ayetlerinde insanlara,
verdikleri sözde durmaları emredilmiştir. Ancak Allah yukarıdaki ayetin
hükmü ile, zor durumda kalma ihtimalinden dolayı bu konuda kararı borcu
veren kişiye bırakmıştır. Bu kişinin ödeme süresini erteleyebileceği
bildirildiği gibi, mümin açısından asıl hayırlı olanın bu borcu sadaka
olarak bağışlaması olduğu da belirtilmiştir.Ancak bu konuda önemli bir şart söz konusudur. Mümin bu hakkını ancak karşı tarafın dürüstüğüne kanaat getirdiğinde bağışlar. Yoksa ciddi anlamda zor durumda bulunmadığı halde, karşı taraftan menfaat elde etmek amacıyla sahtekarlığa başvuran bir kimse için bu durum söz konusu değildir. Aksi takdirde, samimi bir Allah korkusu taşımayan insanlar karşılarında iyi niyetli ve dürüst insanlar olduğu zaman bu tür bir sahtekarlığa başvurmaya kalkışabilirler.
İşte mümin bu noktada vicdanına ve aklına başvurur. Kuran’ın bu hükmünü kişinin gerçekten de dürüst ve samimi bir yaklaşım içerisinde olduğuna kanaat getirdikten sonra uygular.
“KALPLERİ DİNE ISINDIRILACAK” KİMSELERE GÖSTERİLEN MERHAMET
Sadakalar, -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca
fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalbleri
ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda
kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe
Suresi, 60)
Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi, “kalpleri
ısındırılacak” olan bir grup insandan bahsedilmektedir. Bu insanlar
İslam dinini yeni tanımaya başlayan ya da henüz tanımayan, ancak iman
etmesi için gayret sarf edilen kişilerdir.
Allah’ın kendileri için seçtiği dinin mükemmelliğini ve
yaratılışlarına tek uygun sistem olduğunu gören müminler, bu güzelliği
kendileri gibi tüm insanların da yaşamasını isterler. Dahası Allah’ın,
insanları dünya hayatında yaptıklarından dolayı ahirette sorguya
çekeceğini bildikleri için henüz vakit varken tüm insanları uyarmaya ve
onlara doğru yolu göstermeye çalışırlar. Çünkü insanlar için dünyada da,
ahirette de tek kurtuluşun din ahlakını yaşamak olduğunu bilirler.
Bunun yanında Allah din ahlakının diğer insanlara anlatılmasını
inananların üzerine farz kılmıştır. Müminlerin bu özelliği Kuran’da
şöyle bildirilmiştir:
Siz, insanlar için
çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam’a uygun) olanı
emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz… (Al-i
İmran Suresi, 110)
Müminler, insanların Kuran ahlakından uzak bir hayattan
kurtulmaları ve cehennemden sakınmaları için her türlü fırsatı
değerlendirirler. Onları doğruya davet eder, iyiliğe yöneltir,
kötülükten sakındırırlar. Burada amaç, cahilliklerinden dolayı uçurumun
kenarında olan bu kişileri çok geç olmadan kurtarabilmektir. Allah bir
insanın iman etmeden önceki durumunu şu şekilde tanımlamaktadır:
… Siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi
kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini
böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
Dinsizliğin hakim olduğu bir hayatın kişiye getirdiği
azabı çok iyi bilen müminler, insanların Allah’a ve Kuran’a iman
etmeleri ve içinde bulundukları durumdan kurtulabilmeleri için çok
çeşitli yollar denerler.
“Kalbi dine ısındırılacak” olan kimselere Kuran ahlakını
anlatma konusunda maddi manevi hiçbir fedakarlıktan kaçınmazlar.
Kuran’da, bu kimselerin imanı kavramaları için müminlerin karşılıksız
olarak yaptıkları tüm maddi harcamalar “sadaka” olarak adlandırılmıştır.
Bu, Allah Katında makbul tutulan ve karşılığı güzel olan bir
harcamadır. Zira bir kişinin iman etmesi onun aynı zamanda cehennem
azabından kurtulup sonsuz cennet hayatını kazanması demektir. Müminlerin
hiçbir karşılık beklemeksizin bu harcamayı yapmaları ise, Allah
korkularından kaynaklanan merhametlerinin bir gereğidir. Çünkü onların
bu harcamalar sonucunda elde edecekleri hiçbir menfaat söz konusu
değildir. Aksine tüm bunlar kendi imkanlarından kısarak ve büyük
fedakarlıklarda bulunarak gerçekleştirdikleri yardımlar da olabilir.
Ancak tüm bunları sadece Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yaptıkları
için hiçbir karşılık beklemezler. Öyle ki “kalbi dine ısındırılacak”
olan bu kişilerin tüm bu çabaların sonucunda dini kabul etmeme ihtimali
de söz konusu olabilir. Ancak bu durumda da müminler için boşa giden bir
şey yoktur. Çünkü tüm yapılanların karşılığı ahirette kendilerine
eksiksizce, hatta fazlasıyla verilecektir. Tarih boyunca dini anlatmakla
görevlendirilen tüm elçiler bu gerçeği dile getirmişlerdir:
Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret
istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl
erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)
De ki: “Ben buna karşılık,
Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız) dışında sizden
bir ücret istemiyorum.” (Furkan Suresi, 57)
KADINLARA GÖSTERİLEN MERHAMET
KADINLARI BOŞANDIKTAN SONRA MADDİ AÇIDAN GÜVENCE ALTINA ALINMASI…
KADINLARI BOŞANDIKTAN SONRA MADDİ AÇIDAN GÜVENCE ALTINA ALINMASI…
Allah Kuran’da boşanan kadının geçimini sağlaması
amacıyla, maddi açıdan güvence altına alınmasının her mümin erkeğin
üzerine bir yükümlülük olduğunu bildirmiştir:
(Kocası tarafından) Boşanan (kadın)ların maruf (meşru)
bir tarzda yararlanma (ve geçim pay)ları vardır. Bu, sakınanlar üzerinde
bir hak (borç) tır. (Bakara Suresi, 241)
Söz konusu yardımın miktarı ise taraflar arasında
anlaşılarak tespit edilir. Kuran’da müminlerin, bu miktarı belirlerken
karşılarındaki kişinin sosyal konumunu ve her türlü ihtiyacını göz
önünde bulundurarak vicdanlı davranmaları bildirilmiştir. Allah bu
konuda müminlere şöyle bir ölçü vermiştir:
… Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda
olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde
yararlandırsın. (Bu,) iyilik edenler üzerinde bir haktır. (Bakara
Suresi, 236)
Geniş-imkanları olan, nafakayı genişimkanlarına göre
versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah’ın kendisine verdiği
kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla
yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı
kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)
Allah zengin olana da, fakir olana da kendi imkanları
oranında yardımda bulunmalarını bildirmiştir. Cahiliye toplumlarında
boşanılan ve artık hiçbir menfaatin söz konusu olmadığı bir kimseye
yüklü miktarda maddi yardım yapmak, boşa giden bir harcama olarak
değerlendirilir. Bu nedenle de kişiler boşandıkları kadınlara mümkün
olduğunca az miktarda bir nafaka vermeye çalışır ve hatta kimi zaman
sırf bu amaç için sahtekarca yöntemlere başvurmaktan da çekinmezler.
Ancak mümin vicdanı ve merhameti gereği bu konuda asla çekimser
davranmaz. Çünkü mümin bu yardımı herşeyden önce Allah’ın rızasını
kazanmak için ahirete yönelik salih bir amel olarak
gerçekleştirmektedir. O kişiden geleceğe yönelik bir beklentisinin
kalmamışolması ya da o kişiye olan şahsi bakışaçısı onun için ölçü
olmaz. Ayrıca insaniyet ve merhamet anlayışı da yardıma muhtaç bir
kimseye en iyi şekilde yardım etmeyi gerektirir. Bu nedenle zengin olan
kimse, karşı tarafın rahat içinde yaşayabileceği imkanı ona sağlar. Aynı
şekilde, fakir olan bir kimse de “nasıl olsa maddi imkanım yok” diyerek
bu sorumluluktan kaçmaz ve kendi şartları ölçüsünde mutlaka bu
yükümlülüğünü yerine getirir.
KADINA VERİLEN MALLARIN BOŞANDIKTAN SONRA GERİ ALINMAMASI…
Bir eşi bırakıp yerine bir başka eşi almak isterseniz,
onlardan birine (öncekine) yüklerle (mal ve para) vermişseniz bile ondan
hiçbir şey almayın. Ona iftira ederek ve apaçık bir günaha girerek
verdiğinizi alacak mısınız? Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize
katılmış(birleşerek içli-dışlı olmuş)tınız. Onlar sizden kesin bir
güvence (kuvvetli bir ahid) de almışlardı. (Nisa Suresi, 20-21)
Müminler, yukarıdaki ayetin hükmü gereği, evli
kaldıkları süre içerisinde eşlerine vermişoldukları malları, boşanma
kararından sonra hiçbir şekilde geri talep etmezler. Çünkü bu mallar
evlilik sırasında kadına bir güvence olarak verilmiştir ve bunların geri
alınması ihtimalinde kadının zor durumda kalması söz konusudur. Allah
bu ihtimali engellemek için mümin erkeğe böyle bir şart koşmuşve kadının
sosyal konumunu güvence altına almıştır.
Ayrıca bu malın miktarı ne kadar çok olursa olsun, Kuran’ın bu
hükmünde hiçbir değişiklik olmaz. Mümin erkek malının tamamını eşine
vermişdahi olsa boşandığında hiçbir şey talep etmez.Görüldüğü gibi, Kuran’daki bu hükümler, Allah’ın müminlerin kazanmalarını istediği merhamet anlayışının üstünlüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Müminler kendileri zor durumda kalma pahasına Allah’ın gösterdiği merhamet anlayışından taviz vermez ve bu hükmü eksiksiz olarak uygularlar.
KADINLARDAN, GÖNÜLLERİ ALINARAK VE HOŞNUT BIRAKILARAK BOŞANILMASI…
Dinden uzak yaşayan toplumlarda boşanma genellikle
çeşitli huzursuzlukları ve anlaşmazlıkları da beraberinde getirir. Bunun
temel sebebi ise tarafların ortak bir mantık çerçevesinde
uzlaşamamalarıdır. Herkesin kendine göre birtakım talep ve iddiaları söz
konusu olur ki, bunların doğruluğunu ya da yanlışlığını belirleyecek
bir ölçüleri de yoktur. Bu da onların pek çok noktada birbirleriyle
çatışmalarına ve anlaşmazlığa düşmelerine neden olur.
Allah’a inanan insanların yaşantıları ise cahiliye toplumlarından
oldukça farklıdır. Onların hayatlarının her anını düzenleyen, onlar
adına en doğru olanı belirleyen bir yol göstericileri vardır. Bu,
Allah’ın insanlara bir rahmet olarak indirdiği Kuran’dır. Kuran’a uyan
insanların ise doğruları, yanlışları, iddiaları, talepleri, kısacası her
türlü görüşve düşünceleri ortaktır. Dahası bu ortak anlayışın temeli
Allah’ın indirdiği hak kitaba dayalı olduğu için mutlaka en güzel ve en
doğru sonuç ortaya çıkar. Bu anlayışiçerisinde evlenen insanlar,
boşandıklarında da aynı ortak uyum içerisinde hareket ederler.Çünkü müminler için olaylar ya da şartlar değişebilir, ancak esas olan Kuran ahlakını en mükemmel şekliyle yaşamaları ve Allah’ın razı olacağı şekilde hareket etmeleridir. Bu nedenle boşansalar dahi karşılarındaki kişiye gösterecekleri nezaketten, saygıdan ve merhametten taviz vermezler. Allah bu konuda gösterilmesi gereken tavrı müminlere şöyle bildirmiştir:
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa, onları ya güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın. Fakat haklarını ihlal edip zarar vermek için onları (yanınızda) tutmayın. Kim böyle yaparsa artık o, kendi nefsine zulmetmişolur… (Bakara Suresi, 231)
Allah’ın bu hükmü gereği müminler gönül rızasıyla
yaptıkları evlilikleri, gerektiği zaman, yine gönül rızasıyla sona
erdirirler. Evlenirken eşlerine gösterdikleri hürmeti boşanma anında da
korurlar. Boşanmayı bir kavga veya kırgınlık sebebi yapmazlar. Allah
rızası için evlendikleri gibi Allah rızası için boşanırlar. Bu nedenle
mümin bir erkek boşandığı eşini ne sözleriyle ne de tavırlarıyla
kesinlikle zor bir durumda bırakmaz. Dahası bir mümin bir başka mümini
imanından ve ahlakından dolayı sevdiği için, boşandığı kişiye karşı
duyduğu imani sevgi, saygı ve hürmet de her zaman devam eder.
BOŞANILAN KADINLARIN BARINMALARININ SAĞLANMASI…
Müminler, Kuran ahlakının kendilerine kazandırdığı
merhamet gereği, boşandıkları kadınları bir anda ortada bırakmazlar. Bu
kimselerin kendilerine bakacak aileleri, geçinebilecek maddi imkanları
ve hatta kalabilecekleri bir başka evleri dahi olmayabilir. Bu ve
benzeri şartları göz önünde bulunduran müminler, kadın kendini bu yönde
garanti altına alana kadar, boşanmışoldukları halde, ona her yönden
güvence sağlarlar.
(Boşadığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta
olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara ‘darlık ve sıkıntıya
düşürmek amacıyla’ zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler, yüklerini
bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. Şayet
sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve
ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf (güzellikle ve İslam’a uygun bir
tarz) üzere görüşüp-konuşun. Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda
(çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir. (Talak Suresi, 6)
Ayetin devamında ise boşanmanın ardından söz konusu
olabilecek her türlü şartın kişiler arasında güzellikle ve İslam’a uygun
bir şekilde konuşularak çözümlenmesi tavsiye edilmiştir. Bu tür bir
anlaşmayı sağlayan değerler ise kuşkusuz müminin Allah korkusu, vicdanı
ve merhameti olacaktır.
Karşısındaki kimseye herşeyden önce iman eden bir insan
olmasından dolayı değer veren müminler, bu kimsenin zor durumda
kalabileceği ya da incinebileceği en ufak bir tavra dahi izin vermez ve
üstün bir ahlak örneği sergileyerek kadını kendi isteği süresince
barındırır ve ihtiyaçlarını karşılarlar.
KADINA ZORLA MİRASÇI OLMAMAK…
Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmaya
kalkışmanız helal değildir. Apaçık olan ‘çirkin bir hayasızlık’
yapmadıkları sürece, onlara verdiklerinizin bir kısmını gidermeniz
(kendinize almanız) için onlara baskı yapmanız da (helal değildir.)
Onlarla güzellikle geçinin… (Nisa Suresi, 19)
Allah kadına verilen malın, onun açıkça iffetsiz bir
tavır içinde olması dışında hiçbir şekilde zorla geri alınmaması için
müminleri uyarmıştır. Kuran’a göre kadına ait olan malın harcanması,
tümüyle kendi rızasına bırakılır ve bu konuda hiçbir şekilde bir baskı
uygulanmaz.
Ancak unutmamak gerekir ki tüm bu titizlik müminlerin
Kuran ahlakını tam olarak yaşamalarından kaynaklanır. Allah’tan
korktukları için, şartlar ne olursa olsun, kadınlara gösterdikleri bu
merhamet anlayışlarında, hiçbir değişiklik olmaz. Öyle ki, kimsenin
görmediği, duymadığı ortamlarda dahi karşılarındaki kişiye aynı merhamet
ile yaklaşırlar. Allah’ın, yaptıkları herşeye şahit olduğunu bildikleri
için bu tutumlarında sabır ve kararlılık gösterirler.
Kuran’da kadının şefkatle korunmasına ve sıkıntıya
düşmesini engellemeye yönelik daha pek çok tedbir yer alır. Tüm bunlar
Kuran ahlakının kadına karşı merhameti nasıl teşvik ettiğini ve
müminlerin de bu merhamet anlayışını nasıl titizlikle uyguladıklarını
açıkça ortaya koymaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder